Bizi diğer canlılardan ayıran en önemli özelliğimiz akla sahip olmamız, düşünebiliyor olmamız hiç şüphesiz.
Bu sayede geliştirdiğimiz bilim ve teknolojiyle işlerimizi makinelere yaptırabiliyoruz.
300.000 yıllık medeniyet tarihinde basit silahlardan, tarım aletlerinden ulaşım araçlarına ulaşmamız uzun zaman alsa da seri üretim makinelerinden sonra gelişmiş bilgisayarları yapmamız çok daha hızlı gerçekleşti.
İşlerimizi kolaylaştırması için yarattığımız makineler ne yazık ki işlerini fazla iyi yapıyorlar. O kadar iyi yapıyorlar ki yakın gelecekte birçok meslek insanlar tarafından yerine getirilmeyecek.
Doktorluk bir süre daha insanlar tarafından yapılacak ama onlar röntgen filmini değerlendirmek, EKG’yi okumak, tahlil sonuçlarını değerlendirmek gibi konularda makinelerle yarışabilir mi? Avukatlar için de aynı durum geçerli.
Yüzlerce, binlerce sayfalık dosyaları birkaç haftada okuyup iddianame veya savunma hazırlamak artık insanlar tarafından yapılacak işlerden değil.
Görsel, işitsel, metin tabanlı içerik üreticilerinin durumu da sıkıntılı görünüyor.
Peki, ne yapmalı?
Kısa vadede yapay zekâ algoritmalarından azami verimi alabilmek için her yaştan, her meslekten insanımızı hızla eğitmeliyiz.
Orta vadede eğitim anlayışımızı hızla dönüştürmeli; tüm kademelerde yapay zekâ, makine öğrenmesi, derin öğrenme alanlarındaki gelişmelere uyumlu çalışmalar yürütmeliyiz.
Uzun vadede bizi makinelerden ayıran yönümüze odaklanmalıyız. Bizi farklı ve bir bakıma üstün kılan melekemiz olan düş gücümüze.
Eskilerin muhayyile olarak adlandırdıkları düş gücüyle insan, duyuların ve aklın tahakkümünden sıyrılır.
Fizik yasalarından kurtulur, eşyaya biçim verir, zamanda ve mekânda yol alabilir. Bilimin ürkek adımlarla katettiği yolu düş gücü, ışık hızıyla alır. Ne diyordu Einstein: “Mantık sizi A noktasından B noktasına götürür, hayal gücü ise her yere.”
Ne kadar gelişmiş olursa olsun yapay zekâ destekli makineler ve yazılımlar ayak işlerimizi yapmaya mahkûm olacaklar.
Hayatımızı kolaylaştırmak için pratik çözümler üretmeye devam edecekler. Bizi oyalayacak, eğlendirecekler. Dostoyevski’nin, Hemingway’in, Tanpınar’ın mükemmel birer kopyasını üretebilir, üsluplarını taklit edebilirler ama asla özgün olamayacaklar.
Çünkü düş gücünün (imgelem) ürünü olan sanat veriye indirgenemez.
Çünkü aklın sınırları vardır, mantığın kuralları. Ancak sanatın ne kuralı vardır ne de sınırı.
Çünkü sanatsal anlamda yaratıcılık insana özgüdür.