Türkçe konuşulduğu gibi yazılan bir dil midir?
Hayır. Hiçbir dil konuşulduğu gibi yazılamaz. Konuştuğumuzu olduğu gibi yazıya aktarmayı hedefleyen fonetik alfabeler olsa da hiç kullanışlı değildir. Congratulations kelimesi örneğin “kənˌɡɹæt͡ʃəˈleɪʃ(ə)nz” şeklinde yazılır bu alfabelerle. İşin uzmanlarına hitap eden fonetik alfabeler geniş kitlelerin kullanımına uygun değildir.
Konuştuğumuz gibi yazamıyoruz ama yazdığımız gibi okuyabilir miyiz?
Bunun cevabı da hayır. Yazılı bir metni olduğu gibi okumaya kalkarsak ister istemez ruhsuz, robotik bir üslup sergileriz. Okumayı yeni sökmekte olan çocukları, Türkçeyi yabancı dil olarak öğrenen insanları veya bir metni sese çeviren bilgisayar programlarını düşünün. Harfleri seslendirmek teknik olarak okumaktır ama bu doğru ve güzel okuma değildir.
Peki neden yazdığımız gibi okuyamıyoruz?
Öncelikle konuşma için kullandığımız çok sayıda sese sahipken bu sesleri göstermek için sınırlı sayıda harfimiz var. Sınırlı sayıdaki harfle, ondan daha fazla sayıdaki sesi karşılamak durumundayız.
Örneğin, yazı dilinde kullandığımız “a” harfinin konuşma dilinde birden fazla karşılığı vardır. “Katı”, “takip”, “kadir”, “şahin”, “layık” sözcüklerindeki “a” sesleri birbirinden farklıdır. “Gol” ve “kol” kelimelerindeki “l” ünsüzünü de farklı telaffuz ederiz.
Sadece bu da değil, konuşurken vurgu ve tonlamalara da başvururuz. Sesin bir tınısı, duygusu, konuşmanın ahengi vardır. Konuşma diline has bu durumların tamamını yazıda göstermek mümkün değildir.
Konuşma dili sürekli bir değişim içindeyken imladaki değişimin çok daha yavaş gerçekleştiğini de hatırdan çıkarmayalım.
Yazıldığı gibi okunmayan kelimelere şunlar örnek olabilir:
Ağabey > aabi, yapacağım > yapıcaam, ne haber > n’aaber, ne yapıyorsun > naapıyosun, nerede > nerde, görmeyen > görmüyen / görmiyen, video > vidyo, yağmak > yaamak, boğaz > boaz, ağır > aar, kâğıt > kaat, yaşayan > yaşıyan, ağlayacağım > aalıycaam, kilitlemek > kitlemek, sonra > soora, şöyle > şööle, bir adam > bi adam, değildir > diildir…
Bir de ulama konusu var. Dil bilgisel açıklamasını yapmayı gereksiz buluyorum. Ulama, konuşurken yaptığımız bir şeydir. Kelimeleri daha rahat, akıcı bir şekilde telaffuz etmemizi sağlar. Hemen örnekleyelim:
“Dün / akşam / üç / ekmek / aldım.” cümlesini söylerken sözcükleri şöyle keseriz aslında: “dü – nak – şa - mü – çek – me – kal - dım.”
İkincisi daha kolay değil mi?
İşte bu gibi nedenlerle bir metni yazıldığı gibi oku(ya)mayız.
Son soru. Peki bu mitin kaynağı ne?
İngilizce ve Fransızcadaki kelimelerin yazılışıyla okunuşu arasındaki büyük farkı gören çocuklar o dillerle Türkçeyi kıyaslayarak dilimizin yazıldığı gibi okunduğu kanaatine varıyorlar. Fransızların “s” sesini yazmak için birçok harfi ve harf kombinasyonunu kullandıklarını, Almanların “ç” sesi için birkaç harfi seferber ettiğini gören; İngilizce driver yazıp “drayvır”, Fransızca s'il vous plait yazıp “sivuple” okuyan çocuklar diğer dillerin aksine Türkçenin konuşulduğu gibi yazılan ve yazıldığı gibi okunan bir dil olduğu yargısına ulaşıyor.
Toparlamak gerekirse, konuşma dili ile yazı dili arasında her zaman fark olacaktır. Bu farkın büyüklüğü kullanılan alfabenin yaşıyla, imla geleneğinin oturmasıyla alakalıdır. Alfabe ne kadar eski ise konuşma dili ile yazı dili arasındaki makas o kadar açılır. Mesele bundan ibarettir.