Bu, “Katliam gibi” cümlelerinden nefret ediyorum.
Televizyonun başına geçiyorsunuz, bir haber.
“İsrail Filistin’e saldırdı, katliam gibi.”
Gazete sayfalarını açıyorsunuz,
“Katliam gibi saldırı. İsrail Hastaneye saldırdı, 500 ölü.”
Ne “Gibisi” kardeşim. Ne, gibisi.
Bu büyük bir katliamdır, soykırımdır, insanlık suçudur.
İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana işlenmiş en büyük soykırım, en büyük katliam ve insanlığın en büyük ayıbıdır.
Ne gibisi.
Şunu doğru dürüst söylesene, “En büyük katliam. İnsanlığın yok edilişidir” desene,
Sesini çıkarıp, haykırsana.
Ne iki de bir ortaya çıkıp, “Katliam gibi” sözünü kullanıp olayın vahametini ve acımasızlığını hafifletmeye çalışıyorsun.
…………………
Bütün Dünya, koltuklarına kurulmuş, kulaklarını tıkamış, bu vahşice işlenen katliamı izliyor.
Arada bir çıkıp, sözde kınama mesajları yayınlayıp, katliamı durdurmak yerine, “Kızgın ateşe benzin döküp”, bir kenara çekilip film seyreder gibi izliyorlar.
Tüm bu cinayetlere ortak olup, ellerini kana buluyorlar.
Ağızlarından salya yerine “Kan” akıyor, Kan…
Nerede bu Birleşmiş Milletler denen kurum, nerede?
Hani Dünya’ya barış gelecek, huzur gelecekti. İnsanlar, kendi topraklarında, ülkelerinde huzur ve refah içerisinde yaşayacaktı?
Avrupa Birliği, NATO, “Barış” adına kurulup, emperyalist ülkeler adına misyonerlik faaliyetleri yürüten diğer kuruluşlar, Unesco’su, UNICEF’i neyse, hepiniz neredesiniz siz?
Hani, sizlerin barış elçileri vardı. Nerede bir sorun var, gidip görüşüp, sorunları “Diyalog” yoluyla kolaylıkla çözecek o barış elçileriniz, nerede?
Hani, “Medeniyetin beşiğiz” diyerek ortaya çıkıp, bizlere demokrasi, insan hakları, özgürlükler, insanların en kutsal ve dokunulamaz hakkı olan “Yaşam hakkı” gibi söylemlerle ders vermeye kalkan modern ve medeni Avrupa’nın ülkeleri, “Barış” adı altında girdiğiniz toprakları, “Kan Gölüne” çeviren emperyalist ülkeler ve onların liderleri neredesiniz siz?
Neyi bekliyorsunuz?
İsrail, bütün Filistin topraklarını ele geçirsin, Filistin halkı yok edilsin, ondan sonra mı devreye gireceksiniz? Sonrada, “Filistin’e barış getirdik” diyerek ortaya çıkıp bize nutuk mu sıkacaksınız.
Yok öyle yağma.
Maskeniz düştü.
Bu vahşete, katliama göz yumduğunuz sürece sizde İsrail’in suç ortağı, eli kanlı katillersiniz.
Katliamı uzaktan seyredip, “Silah satmak” için el ovuşturan “Silah Tacirleri”, daha fazla masum insanı öldürmek için dişlerinizi bilemeye devam edin.
Bu vahşet, bir gün sona erecek ve insanlık mutlaka sizlerden hesap soracak.
………..
Filistin’de yaşanan vahşete, soykırıma karşı dünya halkları ayakta.
Avrupa’nın dört bir yanında, Asya’da, Amerika’da insanların yükselen sesi var. Gösteriler düzenliyor, protesto ediyorlar. İnsanlığın vicdanı sızlıyor.
Tüm halklar, bu vahşete son verilsin istiyor. Devlet Başkanları, ülke yöneticileri, siyasetçiler ve savaştan nemalanan güçler bu sese karşı hala duyarsız.
Ve bütün Dünya’nın gözleri önünde korkunç bir savaş yaşanıyor.
“Savaş Hukuku” gibi, insanları öldürmek için hazırlanmış saçma sapan anlamsız bir yasaya bile uyulmadan hastaneler, okullar bombalanıyor, sivil, çaresiz ve korumasız insanlar katlediliyor.
Çaresizlik, yoksulluk ve umutsuzluk var, Filistin’de.
Biraz sonra kafalarının üzerine yağmur gibi düşecek bombaları beklerken, gözlerini bize çevirmiş bekliyor, beklerken ağlıyor, kucağına bastırdığı yavrusunu kurtarmak için “Can” vermeyi bekliyor.
Ve biz de bu vahşeti uzaktan seyredip bekliyoruz.
Ben bu köşeden haykırıyorum, ne olur sizde ayağa kalkın, “Siyonizm kahrolsun. Bu vahşet son bulsun” diyerek, sistematik ve planlı bir şekilde katledilen masum insanlara destek olun.
Belki birileri, bizim ve diğer ülkelerde yaşayan insanların sesini duyup, “İnsanlık” için ayağa kalkar, bu vahşete “Dur” deme cesareti bulur.
Hep bir ağızdan tek yürek haykırırsak, inanın bütün dünya duyacaktır.
…………………………..
“SÜMER”İN ADINI DEĞİŞTİRDİN, PEKİ AMACIN NE?
Şu belediyeleri anlayamıyorum.
Durup dururken, saçma sapan bir karar alıyor ve hemen uyguluyorlar.
Cadde ve sokakların adını bile değiştirip, anlamsız anlamsız isimler veriyor, kentin değerlerini ve hafızasını silip atmak için adeta birbirleri ile yarışıyorlar.
Son olarak ta, Kayseri’nin sosyal ve kültürel hayatına yön veren, Cumhuriyetin en büyük değerlerinden birisi olan ve bugün AGÜ tarafından kurtarılmış bölge olarak koruma altına alınan Sümer Bez Fabrikası’ndan adını alan “Sümer Mahallesi”nin adını değiştiriyorlar.
Abdullah Gül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cengiz Yılmaz’ın sözleri ile, bu fabrika, bu mahalle cumhuriyetin bir emaneti bizlere. Önemli bir miras. Cumhuriyetin bizlere emanet ettiği en önemli endüstriyel miraslardan birisi.
Kayseri’de, mahallenin tam ortasında koskocaman bir meydanı bulunan, mahallenin sembolü ve tam ortasında ulu önder Atatürk’ün heykelinin yer aldığı tek meydandır, Sümer Meydanı.
Bunu, aklınızdan hiçbir zaman çıkarmayınız.
Nereden çıktı bu karar, gerekçesi ne?
Makul ve kabul edilebilir bir gerekçe yok.
Neymiş efendim, iki mahalle birleştiriliyormuş. Mahalleyi sorunlar yumağı haline getirecek, 1 muhtar azaltıp ekonomi sağlayacaklar. Kendilerinden istekte bulunan, “Mahallemiz çamur içinde. Sular akmıyor” diyen muhtar sayısı bir azalacak.
Başka kafa yok. Başka savunma da.
Peki,
Adamların bir arkadaşı ölse, hemen adını bir sokağa veriyorlar. Bu isim neden kondu, bu şehre hizmeti nedir? İnsanlığa, topluma bir hizmeti mi var? Hiç önemli değil.
“Yok kardeşim, biz istedik oldu. Kardeşim güç bizde. Biz kafamızın estiği gibi hareket eder, ister değiştirir, ister yakar yıkar geçeriz. Sana ne” anlayışı hâkim olduğu sürece, ister değiştirir, isterlerse söküp atarlar. Biraz daha kızarlarsa, mahalleyi “Kentsel Dönüşüm Projesi” adı altında bir gece de dümdüz ederler.
Tarihe, sanata, kültüre, şehirde yarattığı değerlere hiç mi hiç bakmazlar.
İnsanların hatıralarına hiç mi hiç önem vermez, saygı göstermezler.
Hoş, o güzelim bahçeler içinde tek katlı şirin mi şirin “Sümer Evleri’”ni rant uğruna zaten yok ettiniz. Sümer işçilerinin büyük hayallerle kurduğu o güzelim mahalleyi zaten “Taş Yığını” haline getirdiniz, adını değiştirseniz ne olur, değiştirmesiniz ne olur?
……………….
Kayseri’nin mimarı Osman Kavuncu’nun, Mehmet Çalık’ın kurduğu o koskoca caddeleri, parkları yok edip, daracık sokaklar yapmadınız mı? İstasyon Evleri’nin içinde bulunduğu parkın içine koskocaman ucube gibi bir iş merkezi ile benzin istasyonunu siz kondurmadınız mı?
Sivas Caddesi’ni paramparça etmediniz mi?
Kayseri’nin mimarisini param parça edip, dar sokakları, çıkmaz sokaklar, beton yığınlarını kim üst üste koydu? Ahmet Paşa İlkokulu’nu, Müselles Bahçeyi, 50 ve üzeri kuşağın hatıraları hafızalardan kim silip attı.
Şimdi sıra, o güzelim Sümer Mahallesi’nde.
Sümer Bez Fabrikası, Kayseri için ne kadar önemli ise, Sümer Mahallesi’de o kadar önemlidir.
Kayseri’nin sanayisine temel atan, çalışanları ile birlikte bir kent kültürü yaratan ve birbirlerine olan bağlılıkları ile büyük bir akraba topluluk oluşturan “Sümer Mahallesi” sakinlerini bu kadar dışlamak olur mu?
Nedir bu saygısızlık.
Kocasinan Belediye Meclisi’nde apar topar sessizce bir karar alırken, böylesi bir değişikliğin nasıl tepki bulacağı, sonuçlarının ne olacağı araştırılıp sorulmaz mı?
Hadi halka sormadınız, mahallenin muhtarına da bir telefon açıp sormadınız mı?
Belediye Meclisi, kararı alıyor, ardından kaymakamlığa bildiriyor. Kaymakam bey onaylarsa, tamam. Mahallenin adını değişip tarihe karışıyor.
Nitekim, aynı yol izlenmiş. Karar alınmış, kaymakamlığa bildirilmiş ve oradan muhtarlığa bir yazı.
Ne, “Mahallenizin adı Yeni Mahalle olarak değiştirilmiştir.”
Muhtar, şaşkın. Bu değişikliği mahalle halkına nasıl izah edecek.
Kapı kapı geziyor, sonuç yok. “Değişti kardeşim işine bak.”
Muhtar Ahmet Deliktaş, çareyi medyada arıyor. Kaymakamlığa yazdığı dilekçeyi, sosyal medyada paylaşıp, destek arıyor.
“Bu karar, muhtarlığımızın ve halkımızın bilgisi ve inisiyatifi dışında alınmış bir karar. Sümer Mahallesi’nin bir tarihi ve bir geçmişi vardır. 1935 yılından bu yana var olan bir mahalledir. Sümer Bez Fabrikasını kuran ve emekli olan insanlar ile onların çocukları ve torunları bu mahallede yaşamaktadır. Halkımız, mahallenin adının isminin “Sümer Mahallesi” olarak kalmasını istemektedir. Atatürk’ün kurduğu bir fabrika isminden doğan “Sümer” isminin unutulmamasını ve yaşatılmasını istiyoruz” diyor ve bir dilekçe ile son çare valilik makamına başvuruyor.
Vali Gökmen Çiçek, duyarlı ve halkın isteklerini hemen cevaplayan bir akıllı bir devlet adamı, sosyolog.
Son karar, Vali Çiçek’te, onaylamaz geri çevirirse, Sümer Mahallesi’ni kurtaracağız, onaylarsa, bir tarih yok olup gidecek, hafızalardan kazınacak.
Bunun sorumluluğu ve vebali de, o zaman, Vali Gökmen Çiçek’in omuzlarında olacaktır.
Muhtar Ahmet Deliktaş’ın haykırışını ilk duyan Gazeteci arkadaşım Cafer Zengin oldu. Bu değişikliği ondan öğrendim, sonra Muhtarın mesajına ulaştım.
Cafer Zengin, kısa ve öz yazar. Kendisi ile alay eder ama verdiği mesaj nettir. O mecazı ve alaysı anlatımın içinde dikkat çekmek istediği mutlak ciddi bir sorun vardır
Etkili yazar, mizah içinde gömülü ciddi mesajlar verir. Anlayana.
Baktın, Gazeteci Cafer, yine o alaysı tavrı ile neler yazmış.
Önce, tarihi bilgilerini sıralamış, “Sümer Mahallesi’ni ilk Sümerler kurdu. Cafer, birde M.Ö. tarihi yazsaymış, tam olacakmış.
Devam etmiş. “Eleştirdiğimiz, eleştirilen Özhaseki bile 21 yıl belediye başkanlığı yaptı. Alayından da fazla yaptı. O dönem bile bu kadar Kayseri tarihinin mahallelerinin, bulvarlarının, tarihle yazılan, hafızalara kazınan diyarlarının adını değiştirmek için uğraşılmadı. Çünkü, Özhaseki konuşmalarına en azından çocukluğundan başlıyor, bu şehrin tarihi, dengelerini hafızasını çok iyi biliyordu.
Hayırdır beyler? Sümerliler bu kez neden battı? Bu şehrin tarihine, bu şehrin anılarına bu şehrin dostluklarına birazcık saygınız olsun. Kayseri’de kaç mahalle var ki, fabrikası olsun, takımı olsun, tiyatrosu, sineması olsun, ruhu olsun, geçmişi olsun, anlatılacak bol bol hikayesi olsun.
Sümer’de çalıştım, Sümer’den emekli oldum, Sümer’de futbol oynadım, Sümer Stadı’nda ne maçlar seyrettim, Sümer Bez Fabrikası, Sümer İlkokulu, orta okulu ve neler neler.
Geniş yollar desen kalmadı, yeşil desen kurudu, tarla bina oldu. Artık yeter da. (Karadeniz ağzı yapıyor) Bari tarih, tarih yok olmasın, bari anılar yok olmasın. Sümer, bu şehirde aydınlanmanın simgesidir.
Sümer Atatürk’ün eseridir.
Her nesilce sahip çıkılması gereken bir mirastır.
Sümer bu şehirde, uyanışın, kalkınmanın, umudun, üretimin, eğitimin, sporun simgesidir. Yapmayın, vazgeçin bu sevdadan. Adına dokunmayın.
Tepki toplayan bir karar: Sümer yok ediliyor.
Evet, tablo bu.
Belediyeden bir savunma, adını “Sümer Yeni mahalle Yaptık”.
İyi, iyi. İyi yapmışsınız, böylece kendinizi kurtarmış mı oldunuz? Büyük bir kargaşaya yol açtınız. Hatanızı bir kez daha tekrarladınız.
Sümer” tek başına olsa yaşasa ne olurdu ki?
Saçma sapan savunmalarla, kendinizi kurtaramazsınız. Bu kararı veren meclis üyeleri ve varsa “Mahallelere İsim Verme Komisyonu” üyeleri, siz vicdansız yok edicisiniz. Bütün değerleri yok etmek için yola çıkmış insanlarsınız.
Sayın Vali Gökmen Çiçek’e açık çağrıdır bu.
Lütfen Kocasinan Kaymakamı’nı arayıp konuşunuz. Bu kararı geri çevirin ve onaylamayınız.
Bu güzel anıları yok edip, binlerce insanın ahını ve vebalini almayınız.
Tekrarlıyorum.
Bu karardan vazgeçilmeli. “Sümer” adı tek başına yaşatılmalıdır.
………………………………
KAYSERİ DEVLET TİYATROSU VE ERÜ GSF TÜRK SANAT MÜZİĞİ TOPLULUĞU.
Kayseri’de maalesef, kültür ve sanat faaliyetleri yeterince yapılamıyor.
“Maalesef” diyorum, halkın ilgisi de çok az olunca, bir türlü ileri adım atamıyor, sosyal hayatı bir türlü geliştiremiyoruz.
Her ne kadar bazı sivil toplum kuruluşları ve belediyeler bu alanda çaba harcasa da, yeterli gelişme sağlanamıyor. Onlarda, siyasi görüş ve düşüncelerine yakın sanatçıları davet ediyor, toplumu kucaklamaktan uzaklaşıyorlar.
Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü’nün Kayseri’de kurduğu, “Kayseri Devlet Tiyatrosu”, umarım, bu alanda Kayseri’ye renk katacaktır.
1970’li yıllarda, Kayserili Devlet Tiyatrosu Sanatçısı, Ahmet Evintan’ın yönetiminde kurulan, “Kayseri Şehir Tiyatrosu” ve sanat adına verdiği zorlu mücadeleyi unutamam.
Ahmet Evintan döneminde Kayseri’de görev yapan, başta Osman Gidişoğlu gibi Türk Tiyatrosu’na damga vurmuş isimleri anmadan geçemem.
O yıllarda bile, tiyatro Kayseri’ye büyük canlılık getirmiş, tiyatroya olan sevgiyi büyük bir heyecan içinde yaşatmışlardı. Sanatçılar, halkın arasına karışmış, onlarla dost, komşu olmuş, adeta kucaklaşmışlar ve Kayseri Şehir tiyatrosu Kayseri’nin bir parçası haline gelmişti.
Bugünde, Kayseri’de bir “Devlet Tiyatrosu” var.
Yarın, perdelerini açarak sanatseverlerle buluşacak. Ve önemli bir oyun sahneye konacak. William Shakespeare’ın yazdığı, Can Yücel’İn çevirdiği, Kıymet Betül Gökçer’in yönettiği 2 perdelik “Bahar Noktası” oyunu ile sahne alacak.
Öncelikli, bu oyunu izlemenizi tavsiye ederim.
Bu tiyatroya ve sanatçılara kucak açmalı, yaşatmalı ve tiyatro sevgisini Kayseri’de herkesin kalbine yerleştirmeliyiz.
…………………
Sanat adına bir başka güzellik.
Erciyes Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Türk Sanat Müziği Topluluğu Konserleri.
Zevkle izliyor, bayılıyorum bu sanat adamlarına.
Başta, ERÜ GSF Dekanı Prof. Oya Leventoğlu, bir önceki dönem dekanı Prof. Aygül Aykut, ERÜ Güzel Sanatlar Bölümü Başkanı Öğretim Görevlisi Nihal Şengün ve orkestra arkadaşları. Hepsi kol kola yan yana yürüyor. Sanatın tüm güzelliklerini birlikte yaşatıyorlar. Nerede bir konser, nerede sanat adına bir eylem varsa, onlar orada.
Büyük keyif verip, dinleyenleri kendilerine hayran bırakıyorlar.
ERÜ GSF Klasik Türk Müziği Topluluğu, AGÜ tarafından düzenlenen, “Cumhuriyetimizin 100. Yılı” nedeniyle düzenlenen etkinliklerin konuğu oldu. Tarihi, muhteşem etkileyici bir binada, Cumhurbaşkanlığı Abdullah Gül Müze ve Kütüphanesi’nde seçkin bir davetli topluluğu önünde önce, Sümer Bez Fabrikası ve Abdullah Gül Üniversitesi’ni tanıtan bir belgesel, ardından doyumsuz bir konser izledik.
Ben, Solist Nihal Şengün’e, “Kayseri’nin Melihat Gülses’i diyorum. Türk Sanat Müziğini bu kadar içten, bu kadar duygusal ve bu kadar güzel yorumlayan bir başka solist dinlemedim. Melihat Gülses’i de dinledim, Alatttin Yavaşça’yı da ama Nihal Hoca kadar içten okuyan ve şarkıların içinde kaybolan bir başka solist dinlemedim. ERÜ GSF ekibi olunca, Solist Nihal Şengün’ün arkasındaki sanatçıları da unutamam. Ud’ta Hakan Elbaşı’yı, Kanun’da Yusuf Kapan’ı, Tanbur’da Şütkrü Soyata’yı, Ney’de Erkan Sezer’i, Keman’da Faruk Yıldırım ve Viyolonsel’de Levent Değirmencioğlu’nu nasıl unuturum.,
Müziğe ruh veren, insanı ayaklandıran onlardır. Solistle birlikte olunca, yeni bir yaşama “Merhaba” der, uçsuz bucaksız yolculuklara çıkarsınız.
AGÜ’de ki konserde, işte böylesine muhteşem bir konserdi. Konser, Cahit Sıtkı Tarancı’nın sözlerini yazdığı, Alaattin Yavaşça’nın bestesi Segah Şarkı ile başladı.
“Bu tatsız akşam saatinde, görünmez kanatlarımızla cama vurmayın hatıralar.”
İkinci şarkı, yine Segah Makamı’nda, güfte ve beste Neveser Kökdeş’e ait, “Kuş olup uçsam sevgilimin diyarına” adlı şarkı oldu.
Erkan Sezer’in nefesinden gelen “Ney Taksimi”nin ardından bu kez güzel bir şarkı geldi. Emrah Erzurumlu’nun güftesini yaptığı Fehmi Tokay’ın bestesi Hüseyni Şarkı, “Tutam yar elinden tutam, çıkam dağlara dağlara” şarkısı dinleyicileri bir anda yıllar öncesine anılara doğru yola çıkardı.
Levent Değirmencioğılu’nun “Viyolonsel Taksimi”nin ardından, esintiler devam etti.
Beste ve güftesi Yurdal Tokcan’a ait Hicaz Şarkı, “Gül Zamanı”nın ardından, beste ve güftesi Metin Eryürek’e ait hicaz şarkı, “Kayboldum kaybolan yıllar içinde” adlı şarkı muhteşemdi.
Son şarkı, Ömer Bedrettin Uşaklı’nın kaleme aldığı, Kaptanzade Ali Rıza Bey’in bestesi Hicaz Fantezi şarkı, “Dağ Perisi” oldu.
Konser sona erdi. Herkes ayakta.
Ve bir alkış tufanı.
Sanatçıyı ayakta tutanda zaten alkış değil mi?