Abdullah Gül Üniversitesi, geçtiğimiz hafta sonu önemli bir etkinlik yaptı.
“Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılında Sürdürülebilir Kalkınma Sürecinde Türkiye Paneli”, bu programı süsleyen Türk Sanat Müziği Konseri, Cumhuriyet Konulu Fotoğraf ve Resim Sergisi.
Kayseri açısından önemli bir etkinlikti.
Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılına girerken Kayseri’de düzenlenen en önemli ve en dikkat çekici etkinlikti, AGÜ’nün bu büyük organizasyonu.
Etkinliklere, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ile birlikte 8 önemli bilim insanının katılıyor olması, etkinlikler kapsamında düzenlenen “Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılında Sürdürülebilir Kalkınma Sürecinde Türkiye” konulu panel, bir panel olmanın ötesinde tam bir bilimsel toplantı niteliğindeydi. Türkiye’nin geleceğine ışık tutacak düşüncelerin ortaya konması, konuşulması ve tartışılması yönüyle öne çıktı.
Panelistler, Prof. Dr. Işın Çelebi, Dr. Ahmet Tıktık, Prof. Dr. Erkan Erkut, Prof. Dr. İskender Öksüz, Prof. Dr. Sıddıka Samahat Demir, Prof. Dr. Fuat Keyman, Büyükelçi Rauf Engin Sosyal, Büyükelçi Oğuz Demiralp, Dr. Nazan Ölçer, Prof. Dr. Ali Uzay Peker fiziki, Prof. Dr. Şükrü Hanrioğlu Amerika Birleşik Devletlerinden online olarak katıldı.
Etkinliklerin açılış töreninde, AGÜ tarafından hazırlanan, “Kayseri, Sümerbank Bez Fabrikası ve AGÜ’nün Tarihçes Belgeseli” hayranlıkla izlendi. Panelistlerin hemen hepsi, konuşmalarına bu belgeselden söz ederek başladı. Cumhuriyetin kazanımlarını anlatırken, Kayseri Lisesi, Tayyare Fabrikası ve Sümer Fabrikası’ndan yola çıkarak Kayseri’yi değerlendirdiler. Kayseri’nin eğitim ve sanayi alt yapısından ne kadar etkilendiklerini ifade ettiler.
“Ekonomi ve Kalkınma”, “Eğitim, Bilim ve Teknoloji”, “Demokrasi ve Dış Politika”, “Kültür Sanat ve Edebiyat” konuları bütün yönleri ile tarihi bir süreç içerisinde ele alındı, gelecekle ilgili düşünce ve görüşler ortaya kondu.
Paneli, baştan sona dinledim. Farklı farklı dünya görüşüne sahip bu bilim insanları bazı ortak noktalar da birleştiler.
Birinci ortak nokta, Cumhuriyet, Demokrasi, Atatürk İlkeleri, Özgürlükler, Kalkınma, Eğitim, Refah, Güvenlik, huzur ve ülke insanlarının mutluluğu.
Gelişmeliyiz, güçlendirmeliyiz
İkinci ortak nokta, gelecekle ilgili endişeler. Dünya’yı ve ülkemizi her geçen gün daha fazla tehdit eden çevre sorunları, iklim değişikliği, kuraklık ve beraberinde gelen su sorunu.
Bilim insanları, sorun ve çözüm önerilerini ortaya koyduktan sonra, “Eğitim” konusunu hatırlatıp, “Önce Eğitim., önce eğitim” diyerek konuşmalarını noktaladılar.
Eğitimde bugün geldiğimiz noktaya bakınca, insanın gelecekle ilgili endişelerinde ne kadar haklı olduklarını açıkça görebilirsiniz.
DÜNYA TEHDİT ALTINDA.
“Dünya’yı bekleyen büyük bir tehlike ...
Çevre sorunları, iklim değişikliği ve kuraklık.
Bu konu da acil harekete geçmemiz ve önlem almamız gerekiyor. Aksi takdirde, insanlık Dünya’nın sonunu kendi elleri ile hazırlamış olacaktır.
Dünya, bu üç sorunun tehdidi altında.”
Sorunların çözümü için yine eğitim ön palana çıktı. “Eğitim Sorunu”na vurgu yapıp, sorun çözülmeden diğer hiç bir sorununun çözülemeyeceği, sistemin yeniden yapılandırılması gerektiği konusunda görüş birliği oluştu.
BİLİM İNSANLARI BASKI ALTINDA MI?
Panelistlerin, hemen hepsi, “Özgürlükler” konusunda endişeli cümleler kurdu. Ülkemizin en saygın bilim insanlarından Prof. Dr. İskender Öksüz, Prof. Dr. Erhan Erkut, konuşmalarının arasında, “Bunu söylersem, başım belaya girer. Bunu söylersem, işimden olurum” gibi cümlecikler kurarak bilim insanlarının düşünce ve if1ade özgürlüklerini doğru dürüst kullanamadıklarını ve sürekli baskı altında kaldıklarını açık bir şekilde itiraf ettikleri gözden kaçmadı. Hemde, bir bilim yuvasında, bir üniversitede, özgürlüklere ve bilim insanlarına uygulanan baskıya dikkat çektiler.
“Kültür Sanat ve Edebiyat” konulu panelde konuşan Büyükelçi Oğuz Demiralp, “Özgürlükler” üzerinde vurgular yaptı. “Özgürlükler olmadan. Düşünce ve ifade özgürlüğü olmadan hiçbir zaman başarılı olamayız. Türkiye’de bugün, cezaevleri, düşüncelerini açıklayan veya yazdıkları yazılar nedeniyle tutuklanan gazetecilerle dolu. Böyle bir ortamda, ne demokrasiyi, ne eğitimi, ne teknolojiyi, sanatı, edebiyatı geliştirebiliriz. Gelişme ancak demokratik ve özgür ortamlarda yeşeren düşünce ve fikirlerle sağlanabilir. Özgürlüğün olmadığı ortamda, çiçek bile yetişmez” sözleri panele damga vurdu.
Konuşmalarının satır aralarında “Düşünce ve İfade özgürlüğü” konusuna dikkat çeken Prof. Dr. Erhan Erkut, Prof. Dr. İskender Öksüz ve Büyükelçi Oğuz Demiralp’e, sordum.
“Hocam, konuşmalarınızın arasında, ‘Bunu söylersem kovulurum, Ooo., Bu konu çok tehlikeli, bunu hemen geçelim. Bunu geçelim, işimden olmayayım’ gibi cümleler kurdunuz. Bu sözlerinizi, bilim insanları baskı altında kalıyor şeklinde anladım. Bu toplum için büyük bir tehlike. Bilim insanlarının konuşamadığı, düşüncelerini açıklayamadığı bir toplumda, gelişmeyi nasıl sağlayacağız. Demokrasiyi nasıl yaşatacağız. Bilim insanları bile oto sansür etkisi altında ise, nereye gidiyoruz? Biz neredeyiz?”
Aldığım yanıt, daha da “ACI” oldu.
“Az bile konuştuk. Evet, büyük bir baskı var ve insanlar düşüncelerini ifade etmekten kaçınıyor. Çok kötü durumdayız”
“Eyvah…” demekten başka çaremiz yok galiba.
…………………………
SON SÖZÜ “ATATÜRK” OLDU VE GÖZYAŞLARINA BOĞULDU.
“Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılında Sürdürülebilir Kalkınma Sürecinde Türkiye Paneli”nin, “Eğitim Bilim ve Teknoloji” konulu oturumunda Prof. Dr. Erhan Erkut, Prof. Dr. İskender Öksüz ve Prof. Dr. Sıddıka Samahat Demir konuştu.
Prof. Dr. Sıddıka Samahat Demir, konuşmasını, “Atatürk” ve Atatürk’ün, “Hayatta en hakiki mürşid ilim ve fendir” sözleri ile tamamladı. O anda, Atatürk Posteri, Türk bayrağı ve Ata’nın o ünlü veciz sözü ekrana geldi.
Dünyaca ünlü Türk Bilim insanı Prof. Dr. Sıddıka Samahat Demir, Türk Bayrağı ve Atatürk Posteri altında yaptığı konuşmasını sonlandırırken, heyecanlandı, duygulandı ve dili pelte pelte oldu. Ağlamaklı bir şekilde konuşmaya başladı. Gözyaşlarını gizlemek için başını öne eğip ürkek adımlarla, yüzünü gizleyerek kürsüden ayrılıp kendisine ayrılan bölüme geçti.
O anda, salonda gerçekten bir duygu seli yaşandı. Samahat Hoca ne kadar duygulanmış, ağlamaklı olmuşsa, panele katılan izleyicilerde o kadar duygulandı. Samahat Hocayı bu kadar duygulandıran, ağlatan, gözyaşlarının sel gibi akmasına neden olan sebep neydi?
Prof. Dr. Sıddıka Samahat Demir, Türk Bilim Dünyası’nın en önemli isimlerinden birisi. Akademisyen bir aileden geliyor. Robert Kolej, İTÜ Elektronik Mühendisliği, Boğaziçi Üniversitesi Biomedikal Mühendisliği’nde Yüksek Lisans, ABD Rice Üniversitesi’nde elektronik alanında yüksek lisans, aynı üniversitede doktora.
Milli Eğitim Bakanlığı tarafından, “İnsanlığa Hizmet Etmiş Bilim İnsanları” arasında gösterilen ve 25 yıl süreyle ABD’de çok üst düzeylerde görev yapmış bir Türk. ABD Başkanı Barack Obama döneminde, ABD’nin, “Bilim Elçisi” görevini yürütmüş dünyaca ünlü Türk Bilim kadını. Başkan Bush, ABD’li diplomat eski Dış İşleri Bakanı Condoleezza Rice ve Hylary Clinton ile birlikte çalışmış bir bilin insanı. ABD’nin dış politikaları konusunda çalışmalar yapmış, çok sayıda yasanın hazırlanması, ABD Temsilciler Meclisi’ne sunulması ve kabulünde önemli rol oynayan bir isimdir Prof. Dr. Demir.
Paneli, gazetemiz köşe yazarlarından Avukat Sibel Dağdelen ile birlikte izledik. Panel aralığında Samahat Hocanın yanına yaklaşıp sorduk.
“Hocam, konuşmanızı duygusal bir şekilde noktaladınız. Sebep?”
Sevecen, sıcak ve samimi, yumuşak bir dille anlattı.
“Tam 25 yıl ABD’de görev yaptım. Yüzlerce rapor yazdım, yüzlerce sunum yaptım. Yasaların hazırlanmasında görev aldım. Başkan Obama, Condeelezza Rice, Hylary Clinton ve bir dönem Başkan Bush ile çalıştım. Her konuşmamın sonuna, bir Atatürk posteri, bir Türk bayrağı ve Atatürk’ün bir veciz konuşmasını yerleştirdim. Konuşmalarımı hep böyle noktaladım. Atatürk ve Türk bayrağı beni her zaman duygulandırıp heyecanlandırdı. Bunu, Dünya’nın her yerinde yaptım. Yüzlerce kez sunum yapsam, yine sonuna bayrağımı ve Atatürk posterini ekledim. Bayrağıma ve Atatürk’e hayranım. Dünya’da hiçbir lider, Atatürk kadar saygı görmemiş, düşünceleri insanlara rehber, böylesine yol gösterici olmamıştır. Ata’yı ve Bayrağımı bütün dünya bilmeli. Ben Cumhuriyet kadınıyım. Bu bayrağı nerede görsem duygulanır, ağlarım.”
İşte, bir Türk kadını, bir Türk Bilim insanı.
Atatürk’ü anlatırken, Türk Bayrağı’nı göndere çekerken ağlayan bir Cumhuriyet Türk kadını.
Bu tabloyu, her zaman ve her yerde anlatıp, Samahat Hoca’yı saygıyla anacağım.
……………………..
ABDULLAN GÜL ÜNİVERSİTESİ ADINI NASIL ALDI?
11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile panel aralıklarında uzun uzun sohbet etme imkânım oldu. Bir ara, Üniversite’nin isminin “Abdullah Gül Üniversitesi” olarak belirlenmesi konusu üzerine sohbet ederken, kendisine bir anımı aktardım.
Dinledi, sözüm biter bitmez kardeşi Macit Gül’ü yanına çağırıp, “Macit, Macit. Bak dinle. Üstün neler anlatıyor. Bende bilmiyordum, şimdi öğreniyorum, gel gel. Dinle” dedi.
Ben, Abdullah Gül’ü diğer ziyaretçilere bırakmak için, “Sayın Cumhurbaşkanım, ben Macit beye sonra anlatırım” desem de,” anlat anlat dinlesinler” dedi.
Macit Gül ve Kayseri eski milletvekillerinden Şaban bayrak yanımıza geldi. Abdullah Gül, kolumdan tuttu ve ben anlatmaya başladım.
“Kayseri’ye ikinci üniversite kurulması için girişimlerin başladığı günlerdi. Yeni üniversite nerede kurulacaktı? Adı ne olacaktı? Akademik kadroda kimler görev alacaktı? Erciyes Üniversitesi, yeni kurulacak üniversiteye nasıl destek olabilirdi? gibi konular Kayseri’de yoğun bir şekilde tartışılıyordu.
Henüz, kuruluş aşamasına geçilmemişti. Kampüs için uygun bir alan aranıyordu. Önce, Bugün Malatya Yolu üzerinde inşa çalışmaları devam eden geniş arazi düşünüldü. Ancak, burada bir kampüs kurulması zaman alacaktı. Yeni üniversite için şehre yakın bir bölge arandı. İlk akla gelen yer, Sümer Bez Fabrikası oldu. Sümer Fabrikası, o günlerde Erciyes Üniversitesi’ne tahsis edilmiş ancak üniversite mevcut imkanları ile geniş araziyi kontrol edemediği için kaderine terk edilmiş bekliyordu. Kapıda bir iki güvenlik görevlisi vardı, sosyal tesislerin bazıları öğretim üyeleri ve personel için lojman olarak kullanılıyordu. Aslında, Sümer Bez Fabrikası, Kayseri’nin tarihi, kültürü ve kalkınmasının mihenk taşlarından birisiydi. Cumhuriyetin en büyük değerlerinden birisi ve cumhuriyetin mirası, bizlere olan emaneti idi.
Bu özellikleri ile Sümer Fabrikası, bir üniversite için en uygun alan olarak belirlendi. Gerçekten de, bu tarihi miras ancak bir üniversiteye, bir eğitim kurumuna devredilebilirdi.
O yıllarda, Erciyes Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cengiz Utaş. Düzenlenecek bir tören için makamında hazırlıkları gözden geçiriyoruz. Telefon çaldı. Rektör Utaş, sekreterle konuşurken, içeriye hızla Özel Kalem Müdürü Sümeyye Kuzlak girdi. “Rektör Bey, YÖK Başkanı telefonda” dedi.
Kısa bir beklemenin ardından sekreterler karşılıklı telefonu devrettiler ve Rektör Cengiz Utaş ile YÖK Başkanı konuşmaya başladılar.
O yıllarda, YÖK Başkanı Kayserili hemşerimiz Prof. Dr. Çetinsaya idi. Rektör beyin makam odasında, sadece ben vardım Yeni kurulacak üniversite hakkında uzun uzun konuştular. Sümer Fabrikası’nın devri, üniversitenin ismi gibi konuları tartıştılar. Dışarı çıkma fırsatım olmadı, Cengiz Hoca’da eliyle, otur otur gibi işaret etti.
Sıra, üniversitenin ismine geldi.
Karşılıklı, “Ne olsun, ne olabilir? Kimlerden görüş alalım?” şeklinde devam etti.
Rektör Cengiz Utaş, abi diye hitap ettiği YÖK Başkanı’na, “Abi, ne ismi arıyoruz. Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül Kayserili. Adı, Abdullah Gül Üniversitesi olmalı. Abdullah bey, kabul eder mi bilemiyorum. Ancak, bence en uygun isim Abdullah Gül olur. Türkiye’de örnekleri de var. Bazı üniversiteler hayırseverlerin adı ile anılıyor. Necmettin Erbakan Recep Tayyip Erdoğan ismini verdiğimiz üniversiteler var. Abdullah Gül neden olmasın?”
Görüşme bittikten sonra, “İlk teklif bizden gelmeliydi, yaptık. Başkan, mutlaka değerlendirecektir. Üniversiteye Abdullah Gül adının verilmesi Kayseri’de büyük destek bulur” dedi.
Rektör Cengiz Utaş ile YÖK Başkanı arasında geçen bu özel konuşmayı uygun bulduğum zamanlarda ve üniversite çevrelerinde dile getirdim.
Rektör Utaş’ın bu teklifi ne kadar etkili oldu, daha sonra kimler isim önerisinde bulundu tabii ki, bilemiyorum.
Ancak, Kayseri’de kurulacak olan ikinci üniversiteye “Abdullah Gül” isminin verilmesini ilk teklif eden kişinin rektör Prof. Dr. Cengiz Utaş olduğunu biliyordum ve teklifin tanığıyım.
Gül, “Bilmiyordum. Çok iyi oldu, senden öğrendim.” Karşılığını verdi.
Devam etti, “Cengiz Utaş’ı hem bir bilim adamı, hem de bir Kayserili olarak çok severdim. Allah rahmet eylesin. Erken kaybettiğimiz değerlerden birisi oldu. Rektörlük görevi sona erdikten sonra telefonla aradım. ‘Hocam, gelin bir dönem daha bu görevi sürdürün’ dedim. ‘Bir dönem için göreve gelmiştim. Şimdi, sıra hocam ve ağabeyim Fahrettin Keleştemur’da. Fahrettin Abiyi rektör olarak görmeyi çok isterim’ karşılığını verdi. Yeniden aday olmadı ve Fahrettin Bey rektör seçildi.
Benim, siyasi bir kimliğim vardı, bu nedenle üniversiteye adımın verilmesini istemedim. Uzun görüşmeler sonunda üniversitenin adı Abdullah Gül Üniversitesi oldu. Dikkat ederseniz, konuşmalarımda genellikle, üniversitenin kısaltılmış adı, “AGÜ”yü kullanmayı tercih ediyorum. Üniversite’nin Abdullah Gül’den daha çok “AGÜ” olarak bilinmesini ve tanınmasını istiyorum.”
İşte, Abdullah Üniversitesi’nin kuruluşu ve adını alışı ile ilgili bir anı.
Bu anımı, Rektör Utaş ile YÖK Başkanı arasında geçen diyaloğu Abdullah Gül’e de, bu fırsat anlattım. İlk defa duyduğunu ve önemli bir anekdot olduğunu, mutlu olduğunu söyledi.