Bazen televizyonu açınca duyduğum ilk cümleyle kapanıyor içimdeki bütün umut: "Falanca yerde orman yangını çıktı." Ve sonra klasikler… “Rüzgarın etkisiyle yayıldı”, “Ekipler müdahale ediyor”, “Yerleşim yerlerini tehdit ediyor”, “Sebebi araştırılıyor.” Sanki ilk defa oluyormuş gibi, sanki biz bu filmi geçen yaz, ondan önceki yaz ve ondan da önceki yaz izlememişiz gibi...
Akıla gelen sorular hemen sıralanıveriyor.
Kamp yapanlar mı sebep oldu?, mangal ateşinden mi yangın çıktı, atık çöplerden mi?, birisi yanan sigara izmaritini mi söndürmeden attı?
Diğer yandan da içimizde ki o sesi durduramıyoruz!
Yoksa birileri bilerek mi yaktı? Çünkü artık sadece ağaçlar değil, aklımız da yanıyor.
Bu kadar tesadüfler zinciri, fazla değil mi? güzel kardeşim. Yangın hep rüzgar varken çıkıyor, hep en zengin ormanlar, en bakir koylar, hep “potansiyel turizm cenneti” yerler. Orman değil sanki arsa kokusu geliyor dumanla beraber.
Hani bir laf var ya, "ateş düştüğü yeri yakar" diye… Vallahi yalan! Ateş artık hepimizi yakıyor. Kimi televizyonda haberi izlerken sessizce ağlıyor, kimi yangın bölgesine gidip kürek sallıyor, kimi de sosyal medyada “bu işte bir bit yeniği var” diye yazıyor. Herkes bir şey yapıyor da, birileri hâlâ hiçbir şey olmamış gibi çay içmeye devam ediyor.
Ben anlamıyorum…
Ağaç yandığında içi sızlamayan insandan ne bekleyebiliriz ki? Koskoca ormanlar, içinde binbir canlıyla cayır cayır yanıyor, üstüne bir de helikopter yok, uçak yok, "gece görüşü yok" deniyor. Bizim aklımız mı yok acaba? diye düşünüyorum. Gece görüşü olan uçak almak mı zor? Ama iş ne zaman başka ülkelere yardım göndermeye gelse, uçaklar da hazır, para da...
Hele ki yanan; bizim cigerlerimiz, zenginliğimiz, yüzlerce tür canlıya yuva olan ormanlarımız!
Yanan sadece birkaç ağaç değil, geleceğimiz!
Neye üzüleceğimi bilemedim inanın...
Alevlerden kaçamayarak kül olan canlılar, feryat figan çaresizce koşuşturan insanlar, onlarca yıl büyüdükten sonra ancak gölge verecek asırlık ağaçlar...
Gördüğümüz görüntüler...
Yanarak kıvrılıp o şekilde kalan kirpi hâlâ gözümün önünde...
Birisi çıkıp "bir kirpinin canı ne ki?" dese, cevabım hazır:
" Sen o kirpiden daha az can taşıyorsun!'
Bir ağaç , bir kaza deniyor ya hani; Her yangının çıktığı bölge,
bir sene sonra nasıl oluyorsa bir projeyle, bir inşaat ile, bir tabela asmayla "yeniden doğuyor" sanki...
Yeniden orman doğmuyor ama "villalar doğuyor". "Gelişen Türkiye" diyorlar adına. Ben o gelişimi kabul etmiyorum. Doğa yandığında, biz gelişemeyiz. Betonun yükseldiği yerde, betonun dibinde gölge bulursunuz ama o betonlar nefes olmaz, nefesinizi keser.
İşin tuhafı, her yaz bu haberlere alışmış gibiyiz. Sanki bu da yazın bir parçası olmuş gibi...Deniz, güneş ve yangın… Bir yerde hava 40 derece oldu mu
"her an yanar buralar" demeye başladık. Yani artık doğa değil, biz yangını bekliyoruz. İnanılır gibi değil.
Ve sonra birileri çıkıyor, "İnsan faktörü olabilir" diyor. Ya iyi de bu “insan” kim? Neden isim yok, neden ceza yok? Neden yakalanan yok? Neden caydırıcılık sıfır? Düşünsenize, ormanı yakan bir insan, belki bir sene bile ceza almadan elini kolunu sallaya sallaya dolaşıyor. O da biliyor zaten, bir şey olmayacağını. Ormanı yakan değil, çöpe sigara atan bile adam akıllı cezalandırılsa, bak bakalım bir daha kim elinde çakmakla geziyor?
Yanan sadece ağaç değil. Yanan kuşun yuvası, sincabın karnı, toprağın hafızası. Ama en çok da biz yanıyoruz. Her yangından sonra biraz daha utanıyoruz, biraz daha umutsuz oluyoruz. Çünkü kanıksadık her sene eş zamanlı birkaç yerde aynı anda çıkan yangınları...
"Seneye yine olacak mı?" sorusu ile canlılığını devam ettiren kalan doğa için endişe ediyoruz.
Ama artık bu böyle gidemez. Gitmemeli!
Araştırılmalı, sorgulanmalı ve yargılanmalı...
Çünkü doğa bizim, bu ülke bizim, orman bizim. Ve hiçbir çıkar, hiçbir rant, hiçbir proje; bir ağacın gölgesi kadar kıymetli değil, olamaz da...
Yandıkça susan değil, yandıkça bağıran olalım artık.
Elinizde ki çay ile haber seyrederken; o kıvılcımın ateşini kendi evinizde hissedin olur mu?
Belki o acıyı yüreğinizde daha derinden hissedersiniz. Mevzunun sadece birkaç ağaç olmadığını anlar, can ile imtihanın ne demek olduğunun idrakine varırsınız!
O sadece ağaç değil. Toprağa örtü, canlıya ev, ciğerlerimize nefes;
Size sorsalar:
"Hayatınızdan vazgeçer misiniz?" diye...
Kısacası "HAYAT" demek.